Serhat Latifoğlu’nun “ABD neoliberalizmin bitişini sessizce kabul etti” başlıklı köşe yazısı şöyle:
Kasım ayının 5’inde yapılacak ABD seçimleri öncesinde Amerikan siyasetinde tansiyon yükselmeye başladı. Siyasi gündemin ötesinde geçen birkaç yıl içinde Amerikan ekonomisinin yönü ile ilgili önemli gelişmeler yaşandı.
ABD’de yaşanan bankacılık krizinin hemen ardından 27 Nisan 2023’te Joe Biden yönetiminin çekirdek kadrosunda bulunan Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan önemli bir konuşma yaptı. Konuşma esasen ABD’nin izlediği 40 yıllık Ortodoks neoliberal politikaların iflasını ve ‘Yeni Washington Konsensüsü’ adı altında devletçi bir ekonomik modelin uygulanmaya başladığını ilan ediyordu. Bir Amerikan Ulusal Güvenlik Danışmanı’nın bu açıklamayı yapması konunun ABD için ne kadar önemli olduğunu bize gösteriyor. Önce açıklamanın önemli başlıklarına, ardından fiili uygulamalarına bakalım.
ABD EKONOMİDE NORMALLEŞME İÇİN ROTAYI DEVLETÇİLİĞE ÇEVİRDİ
Biden yönetimi geçen yıl yaptığı açıklamada küreselleşmenin sona erdiğini duyurmuştu. Biden yönetimi ‘normalleşme’ sözü verdi, yönetiminin ilk iki yılında sosyal harcamaları ve kamu yatırımlarını tarihi yüksek seviyelerde artırdı. Sayın Mehmet Şimşek’in ve neoliberallerin ‘normalleşme’ olarak adlandırdıkları Ortodoks politikalar ABD’de son yıllarda ‘anormal’ olarak tanımlanıyor.
Biden, Kongre’deki ilk konuşmasında ülkeye yapılan kamu yatırımı ve altyapı yatırımlarının Amerika’yı tam anlamıyla dönüştürdüğünü hatırlattı. Devletin piyasalara müdahalesine yönelik bu savunması ABD başkanlarının alışageldiğimiz liberal söyleminin tam tersini ifade ediyor ve kamucu/Keynesçi politikalarıyla ünlü eski ABD Başkanı Roosevelt’i çağrıştırıyor.
YENİ WASHİNGTON UZLAŞMASI
Jake Sullivan’ın konuşması neoliberalizmin Amerikan siyasi ve entelektüel yaşamı üzerindeki hâkimiyetinin zayıfladığı bir dönemde gerçekleşti. Sullivan, Brookings Enstitüsü’nde yaptığı konuşmada, ‘küresel ekonomi politikasında, kalkınmayı cezalandırmak yerine devletin yönlendirmesini teşvik edecek, çalışma standartlarını aşındırmak yerine güçlendirecek, kalkınmayı sürdürecek’ Yeni Washington Uzlaşmasının ilkelerini ayrıntılarıyla anlattı.
Bidencılık olarak adlandırılan yeni ekonomi doktrini sözde ‘küresel ekonomiyi insanileştirmeyi, aynı zamanda büyüme potansiyelini artırmayı’ hedefliyor. Sullivan’a göre ‘ABD’nin müttefiklerinin korkularının aksine, Amerika’nın bu yeni paradigmada kazanımlarının dünyanın geri kalanının pahasına olması gerekmiyor’.
Programa bütün olarak baktığımızda ABD ekonomisinin başta Çin olmak üzere diğer ülkelere olan bağımlılığın azaltılması ve ABD’de üretimin desteklenmesi amaçlanıyor. Dolayısıyla sadece ABD’nin rakipleri değil tüm müttefiklerinin aleyhinde gelişecek, korumacı bir ekonomik paradigmanın temelleri atılıyor.
ABD’DE NEOLİBERALİZM SONA ERİYOR
Program, esasen ABD’nin kırk yıl boyunca uyguladığı ekonomi modelinin kapsamlı bir eleştirisidir. Adı açıkça telaffuz edilmeden neoliberalizm yerden yere vuruluyor. Sullivan’a göre Ortodoks neoliberal politikaların üç temel hatalı önermesi var.
Birincisi, ‘serbest piyasa verimli ve etkindir’.
İkincisi ‘ekonomik büyüme nasıl olursa olsun iyidir’.
Üçüncüsü, “ekonomik entegrasyon ülkeleri daha sorumlu, açık hale getirecek ve dünya daha barışçıl olacak’.
Bu önermelerin hiçbiri gerçekleşmedi. ABD ekonomisi 40 yıllık neoliberal politikaların marifetiyle inovasyon kabiliyetini yitirmiş, Çin başta olmak üzere ABD için ‘güvenlik tehdidi olan’ ülkelere bağımlı hale gelmiş, şiddetli eşitsizlik ve toplumsal huzursuzluk içindedir.
İTHAL İKAMESİ VE ÜRETİM BAŞTACI
Şimdi programın sahada uygulamalarına bakalım. Biden’ın uyguladığı yeni ekonomi politikaları sübvansiyonlar ve doğrudan kamu yatırımları yoluyla sermayeyi, ABD büyümesini daha sürdürülebilir ve jeopolitik şoklara karşı daha dayanıklı hale getirecek üretim biçimlerine yönlendirmeyi amaçlıyor. CHIPS Yasası, milli yarı iletken üretimini teşvik ederek Amerika’nın bu temel girdiler için Tayvan’a olan bağımlılığını hafifletiyor.
Bu arada Enflasyonu Azaltma Yasası (Inflation Reduction Act, IRA), hem ABD’de hem de ABD’ye müttefik ülkelerde kritik mineral madenciliğini teşvik ediyor. Çin şu anda dünyadaki kritik minerallerin yüzde 80’inden fazlasını işliyor. IRA programı, yeşil teknolojilerin inovasyonunu ve yaygınlaşmasını sübvanse ederek aynı zamanda karbondan arınmayı da teşvik etmeyi amaçlıyor.
HENÜZ ‘UZLAŞI’ YOK
‘Yeni Washington Konsensüsü’nün önünde iki önemli engel var. Birincisi, ABD içindeki ekonomi politik durum; diğeri ise ABD’nin Çin’e karşı tutunduğu saldırgan ekonomi politik tutumdur. ‘Yeni Washington Konsensüsü’ konusunda ABD içinde oluşmuş bir uzlaşı yok. Seçim anketlerinde önde giden Trump’ın bu programı geliştirerek devam ettirmesi güçlü bir ihtimaldir.
Ancak Demokratların, Cumhuriyetçilerin, ABD devletinin çeşitli kademelerinin ve iş dünyasının kürerselci kanadının içinde bu değişimi onaylamayan güçlü ve büyük bir koalisyon var. Bu koalisyon tek parça olarak hareket etmese de Trump ve kamucu politikalar üstünde baskı oluşturacaklardır.
ABD ekonomisindeki bu yönelişi 1930’larda olduğu gibi Keynesçi politikalara dönüş olarak görmek için henüz erken. Zira Fed yönetiminde para politikaları hala neoliberal Ortodoks çerçevede devam ediyor. Ancak Biden’ın geçen yılsonunda Fed’e yaptığı müdahaleyi hatırlamakta yarar var. Biden’ın açıklamasından sonra Fed söylemini değiştirip faiz indirimlerinin önünü açtı.
ABD’de görmeye alışık olduğumuz bu müdahale önümüzdeki yıllarda Fed üstünde siyasi otoritenin daha etkili olacağının ve Ortodoks para politikalarının terk edilme ihtimalinin yüksek olduğunu gösteriyor.
Şunu unutmayalım, hiçbir hükümet kamucu politikalar izlerken bir merkez bankasının ayağına dolanmasını istemez.
‘SERBEST REKABET’ RAFA KALKTI
Jake Sullivan konuşmasında, Amerika’nın ABD-Çin ticaretine yönelik kısıtlamalarının dar kapsamlı olarak uygulandığını ve iki ülke arasındaki ikili ticaretin önceki yıl rekor seviyeye ulaştığını vurguladı. Öte yandan Biden, neoliberalizmin ABD için jeopolitik sonuçlarını düzeltmeye yönelik olarak Çin’in dünyanın en gelişmiş yarı iletkenlerine veya bunları kendisi üretmek için gerekli girdilere, dünyanın neresinde üretilirse üretilsin erişimini engellemeye çalışıyor.
Bu politikanın görünen amacı, Çin ordusunun ABD ve müttefikleri tarafından üretilen veya tasarlanan teknolojiler sayesinde daha da güçlenmesini engellemektir. Ancak yönetimin ihracat kontrolleri Çin ordusuyla kanıtlanmış bağları olan firmalarla sınırlı değil. Aksine, tüm Çinli işletmelerin en gelişmiş çiplere erişimi yasaklanıyor.
Aslında bu, Çin’in ekonomik kalkınma hedeflerine ulaşmasını engellemenin resmi ABD politikası olduğu anlamına geliyor. Böylece dünyanın en gelişmiş yarı iletkenlerine erişimleri sınırlanan Çinli firmaları, e-ticaret, robot teknolojisi, tıbbi görüntüleme, ilaç araştırmaları, sürücüsüz araçlar ve diğer sayısız pazarda en ileri teknolojilerle rekabet etmekte zorlamak amaçlanıyor.
ABD EZBERLERİNİ BOZUYOR
Neoliberaller kamu harcamalarını ve sosyal yardımları enflasyonu körükleyen en temel unsurlardan biri olarak görür. ABD son 4 yılda ABD tarihinin en yüksek kamu harcamaları ve sosyal yardımlarını yaptı. Enflasyonda görülen hızlı artış neoliberaller tarafından (her zaman olduğu gibi) kamu harcamalarına bağlandı. Oysa bugün ana akım ekonomistler, IMF, Dünya Bankası ve çeşitli araştırmalara kadar çoğu kişi/kuruma göre enflasyonun asıl nedeni arz yönlüydü. Yüksek enerji maliyetleri, kırılan tedarik zinciri ve büyük şirketlerin aşırı kar hırsları enflasyona neden olmuştur. Nitekim ABD’de başta savunma olmak üzere artan kamu harcamalarına rağmen arz şokunun etkisi azalınca enflasyon yüzde 9,1’den yüzde 3,3’e kadar geriledi.
EN ÖNEMLİ DERS; EKONOMİ BİR MİLLİ GÜVENLİK SORUNUDUR
Sonuç olarak Türkiye için bu süreçten çıkarılacak çok sayıda ders var. İlk olarak, dünya ekonomisinde büyük bir güç olan ABD bile milli güvenlik gereği ekonomik bağımlılığı azaltan önlemler alıyor. İkinci olarak ABD yeniden korumacılığa dönüyor. Üçüncü olarak stratejik ve yüksek katma değerli üretim alanlarında ithal ikamesine başlıyor. Dördüncü olarak ekonomide kamunun yönlendiriciliğinin önemini, gücünü kabul etmiş ve bunu uygulamaya başlamış bulunuyor.
Türkiye’de ekonomi yönetimi ve neoliberal cenah için bunlar ‘irrasyoneldir’. Hükümet, ne yazık ki liberalizmin şampiyonu olan ABD’nin bile terk ettiği neoliberal politikaları körü körüne uygulayarak kendi ayağına kurşun sıkıyor. Bu politikalar milli güvenliğimizi zaafa uğratıyor, milli devlette ve ekonomide gedikler açılmasına, kalıcı hasarlara neden oluyor.
İthalata bağımlı ihracat yapan, yüksek dolarizasyona sahip, stratejik sektörleri güvende olmayan, planlamadan yoksun bir Türk ekonomisi olası tehditlere ve şoklara karşı savunmasız bırakılıyor. ‘Serbest piyasa’ adı altında Türkiye’yi uluslararası tekellerin ve yerel aparatlarının operasyonlarına açık hale getiren köhnemiş politikalara bir an önce son verilmelidir. Bu sadece bir ekonomik sorun değil bir milli güvenlik sorunudur.
Önümüzdeki süreçte Türkiye’nin önüne sayısız fırsat penceresi açılmış bulunuyor. Bu süreçte neoliberal politikalar Türkiye’nin ayağında bir pranga olmaktan öteye gitmez.